GERİ ÇAĞIRMAK

Bir dil, onu kullanan insanların ortak aklının ürünüdür. Onlardan ayrı olarak düşünülmemesi gereken, halklarla birlikte var olan, yaşayan bir olgudur.

Bu esas üzerinden baktığımızda herhangi bir dil içerisine yerleşerek aktif bir şekilde kullanılan kelimelere, deyimlere, ya da tabirlere karşı çıkmak, bunlara direnmek abesle iştigaldir. Bu noktada bize düşen "ben bilirim"ci refleksle direnmek değil, dil içine yerleşmiş kelimeleri benimseyerek en güzel şekilde kullanmaya gayret etmektir. Zira bir dilde kullanılan kelimeleri zorlama yöntemlerle değiştirmeye kalkmak, uygulamanın şiddetine göre o dili kullanan halka saygısızlıktan faşistliğe kadar pek çok şekilde, ama hepsi de olumsuz kavramlarla adlandırılabilir. Uzak durulması gereken, zaten genelde de sonuç vermeyen bir yaklaşımdır. Dil, kendi doğal seyrinde nereye gideceği varsa oraya gider.

Ancak bir dili zorla değiştirmeye karşı olmakla, o dili en ince özelliklerine kadar kavrayıp izleyeceği yola kendi doğal yapısı içinde yön vermeye çalışmak arasında çok ciddi bir fark vardır. Bir dil sürekli olarak yabancı kavramlar bombardımanına tutulurken bu kavramları belli bir süzgeçten geçirmek istemek o dile zorla müdahale olarak değil, tam aksine iyilik etmek olarak görülmelidir. Bu bağlamda esas yük de aslında dil emekçilerine değil, halkın konuşma alışkanlıklarına en fazla etki eden hakim sınıfa düşmektedir.

Hakim sınıf konumundaki kişilerde belli bir dil bilinci oluşmamışsa, daha da vahimi yabancı kavramları bazen sadece dilimizin döneceği şekilde yuvarlayarak bazen de doğrudan kelime çevirisi yaparak kullanmayı marifet sayan bir anlayış ortaya çıkmışsa dava aslında çoktan kaybedilmiş demektir. O dili oluşturan mantık yapısı içerinde hatalı olduğu açıkça görülse bile bir kavramı sırf yabancı dilde o şekilde kullanılıyor diye daha havalı oluyor zannıyla dilimize aktarmak bir dili maalesef zenginleştirmez. Olsa olsa, mantık zincirimizi zorlar; tabii o da, böyle bir zincirden bahsetmenin mümkün olduğu kişiler söz konusuysa.

Son zamanlarda "geri çağırmak" deyimini sıkça duyar olduk. Türkçe'nin genel mantığı içinde hiçbir yere oturmadığı halde olur olmaz her yerde kullanılmaya başlanan, dilimize yerleşen bir deyim bu. Perakendeci kusurlu malı geri çağırır, bankalar kredileri geri çağırır oldu. Sanki kusurlu mallar, krediler kendi kendilerine geleceklermiş gibi. Deyimin dilimize transfer edildiği İngilizce'de "call back" dendiği zaman bu kavram belli bir mantık ifade ediyor olabilir; ama bu aynı şeyin Türkçe için de geçerli olması gerektiği anlamına gelmez. Zaten değildir de. Ama maalesef, hakim sınıf "geri çağırmak" dediğinde daha havalı durduğunu zannetme yanlışlığı içinde olduğu sürece daha nicelerini görürüz, tıpkı ikinci el, duş almak, ilaç almak, üzgünüm gibi.

Tabii bu deyimi bu kadar sık duymamıza sebep olan ekonomik kriz ortamında Türkçe'nin bozulması çok fazla kişinin öncelikli "ajandası"nda olmayacaktır. Zaten sorunun da tam olarak bu umursamama ve öncelikeri sürekli olarak başka yerlere kaydırmaktan kaynaklandığını vurgulamak isterim. Ekonomik kriz bir gün o ya da bu şekilde bittiğinde geride çok daha fazla bozulmuş bir Türkçe bırakmasına hiç gerek yok. Sonuç olarak dile öncelik vermek ekonomik tedbir almak gibi çetrefilli bir girişim değil, filtrelerimizi doğru ayarlamak kadar basit bir iştir. Bunun için de tek gereken biraz hassasiyet olsa gerek.

Yorumlar