farklı mecralara farklı çeviriler

Çevirinin amacı özünde bellidir: kaynak dilde ortaya konmuş bir eseri ki bu edebi bir metin, bir film, bilimsel bir çalışma, hatta bir mamulün kullanma talimatı bile olabilir, hedef dildeki kitlelerin anlayacağı hale getirmek. Ancak çevrilecek olan eserin hangi mecrada olduğuna ve kime hitap etmesi beklendiğine göre çevirmen farklı teknikler kullanabilir.

Örneğin edebi bir metin çevirisi yaparken tarz ön plandadır. Çevirmen önündeki metne herhangi bir makaleyi çeviriyormuş gibi yaklaşamaz. Orijinal metinde yaratılmış olan havayı yakalayarak bunu hedef dildeki okuyucuya da yansıtması gerekir. Çevirmen kelimeleri en uygun gördüğü şekilde kullanmakta serbesttir. Burada ana kaygı sadece ve sadece kaynak metnin hedef dildeki okuyucuya en iyi şekilde aktarılmasıdır. Bu açıdan editörler kitap çevirmenlerin kendisinin de belli bir miktar "edebiyat yapmasına" göz yumarlar, hatta bunu biraz da teşvik ederler; çünkü birinci öncelik anlamın hem doğru hem de orijinalindeki tarza en uygun şekilde aktarılmasıdır. Bunun için de kitap çevirmenleri cümleleri birazcık daha geniş tutabilirler.

Bilmsel makale çevirisi, çevirmen konuya hakim olduğu sürece belki de en kolay çeviridir. Burada çeviriyi talep edenler için tarz değil bilginin doğru aktarılması önemlidir. Önlerine konan metni okuduklarında ne denmek istediğini hemen anlamak isterler. Burada bana kalırsa çevirmenin aşırı Türkçeci bir yaklaşımla her terimin Türkçe karşılığını bulmaya çalışmasına gerek yoktur, hatta bu biraz abes bile kaçabilir. Amaç insanların kullandığı jargona savaş açıp onlara yeni kelimeler dayatmak olmamalıdır. Kimi çevirmenlerin kendilerini bu konuda sorumlu hissedip her şeyi Türkçeleştirmeye çalışmalarının ardındaki yaklaşımı takdir etsem de, bunun yapılması gereken çeviri işine aykırı bir durum olduğunu düşünüyorum. Örneğin kendi aralarında sürekli olarak "oksitlenme" terimini kullanan bilim adamlarına illa ki "paslanma" terimini dayatmanın çok da gerekli olduğunu düşünmüyorum.

Film çevirisinde ise çevirmenin gözetmek zorunda olduğu çok daha farklı kısıtlar vardır. Bu kısıtlar o kadar önemli boyuttadır ki çeviri bir bakıma teknik bir işe bile dönüşür. Aslında birbirinden çok farklı iki ayrı iş olsa da, hem dublaj hem de altyazı çevirisinde çevirmenin en büyük kısıtı zamandır. Altyazı çevirisinde buna bir de yer kısıtını ekleyebiliriz. Çevirmen film çevirirken anlamı en iyi verecek kelimeleri arka arkaya dizemez, uzun cümleler yazamaz.

Birinci kısıtı zamandır. Filmdeki karakter iki saniye süren bir cümle etmişse, siz çeviride okunması beş saniye sürecek bir cümle kuramazsınız. İkinci kısıt, anlaşılırlıktır. Filmlerde konuşma diline en yakın cümleler kurulması gerekir. Filmin orijinalinde çok uzun bir cümle kurulmuşsa bunu parçalara ayırmak en iyisidir, çünkü uzun cümlelerin anlaşılırlığı çok daha azdır. Üçücü kısıt olarak, altyazı çevirileri için yer sıkıntısından bahsedebiliriz. Altyazının ekranda kaç saniye kalması gerektiği bellidir. Buna ek olarak ekranda en fazla ne kadar yer kaplayabileceği de bellidir. Bu yüzden de kelimelerde mutlaka tararufa gidilmesi, verilmesi istenen anlamı bozmadığı sürece bazı kelimeleri kasten atılması en iyisidir. Hatta bazen aktarılan bilginin kendisinden bile fedakarlık edilebilir. Örneğin bir sahnede söylenen iki cümle varsa ve bunların ikisinin birden ekrana sığmayacağı belliyse cümlelerden birinden fedakarlık edilebilir.

Yorumlar